gerekçe

gerekçe
is.
1) Gerektirici sebep, esbabımucibe

Her hâlde kendince bir gerekçesi olmalı.

- H. Taner
2) huk. Bir yasanın önerilmesi ve hazırlanmasında, yasa tasarısının hazırlanış ve maddelerin düzenleniş sebepleri
3) huk. Mahkeme kararlarında, kararın dayandığı yasal ve hukuksal sebeplerin gösterilmesi
4) man., mat. Bir önermenin kendiliğinden var kıldığı gereklik, lazıme
Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller

Çağatay Osmanlı Sözlük. 2010.

Игры ⚽ Поможем написать реферат

Look at other dictionaries:

  • gerekçe göstermek — gerektirici sebep ve doküman ileri sürmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • esbab-ı mucibe — gerekçe; gerektirici sebepler …   Hukuk Sözlüğü

  • Halil Mutlu — (born Huben HubenovFact|date=October 2008 on July 14, 1973 in Postnik, Bulgaria) is a Turkish World and Olympic Champion in weightlifting. He is one of only four weightlifters to have won three consecutive gold medals at Olympic Games. He won… …   Wikipedia

  • esbabımucibe — is., esk., Ar. esbāb + mūcibe Gerekçe …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • işin tuhafı — ünl. Anlaşılamayan, yadırganan şeylerle karşılaşıldığında kullanılan bir söz Bu tutarsızlıklarını haklı göstermek için gerekçe canbazlıklarına girişiyor ve işin tuhafı herkesi aldattıklarını sanıyorlardı H. Taner …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kılıf — is., Ar. ġilāf 1) Bir şeyi korumak için kendi biçimine göre, çoğunlukla yumuşak bir nesneden yapılmış özel kap Bütün vücudu sanki ziftten bir kılıf içine tıkılmış gibi idi. Y. K. Karaosmanoğlu 2) mec. Yolsuz bir işe bulunan sudan gerekçe Birleşik …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • lazıme — is., esk., Ar. lāzime 1) Yapılması gerekli olan şey 2) man., mat. Gerekçe …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • mazeret — is., Ar. maˁẕeret 1) Kendini veya başka birini özürlü göstermek için ileri sürülen sebep, özür, bahane Kabahatime mazeret, haklı sebep aramıyorum. A. Gündüz 2) Bir şeyden kurtulmak veya kaçınmak için ileri sürülen gerekçe, bahane Birleşik Sözler… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • mucip sebep — is., bi Gerekçe …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • münasebet — is., Ar. munāsebet 1) İlişik, ilişki, ilinti İzmir den ordunun başından ve temasa geldiğim siyasi münasebetlerden uzaklaşamazdım. Atatürk 2) İki şey arasındaki uygunluk Yüzle ahlak arasında herhâlde müthiş bir münasebet vardır. S. F. Abasıyanık… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Share the article and excerpts

Direct link
Do a right-click on the link above
and select “Copy Link”